1. Bilgi Felsefesi (EPİSTEMOLOJİ)
2. Doğayı meydana getiren ana öğe (arkhe)’nin ne olduğunun >merak
edilip araştırılmasından itibaren ortaya çıkan felsefeye önceleri İlkçağ
Felsefesi daha sonra Metafizik denilmiştir. Metafiziğin başlıca
problemlerinin (Varlık, Tanrı, Ruh) duyu organlarımızın sağladığı
bilgilerle çözümlenemeyeceği anlaşılınca; bu problemlerin akıl ve
sezgiye başvurularak çözülebileceği görüşü ortaya çıkmıştır. O halde bu
yetiler (akıl ve sezgi ) gerçekten insan zihninde var mıdır? Varsa,varlığın
gerisindekileri bilmemizi sağlar mı? Türünden sorular ortaya çıkmıştır. Bu
ve buna benzer soruların cevaplarının araştırılması,bilgi felsefesini
ortaya çıkaran en önemli gelişme olmuştur. Çünkü bu tür problemler
bilgi felsefesini ilgilendirmektedir.
·
3.
·
4. >> Bilgi felsefesinin konusu : Akıl ve sezgi gibi yetiler
gerçekten insan zihninde var mıdır? Varsa, görünüşlerin ötesinde kalan varlığı
bilmemizi sağlayabilirler mi? türünden sorular bilgi felsefesinin konusunu
oluşturur . >>Bilgi kuramı (Epistemoloji) : Bilgi kuramı bilginin ne
olduğunu, hangi yolla elde edildiğini, amacını araştırır. Bir yandan bilginin
özünü, ilkelerini, kökenini, yapısını, kaynağını araştırır, diğer yandan bilginin
yöntemini, geçerliliğini, koşullarını, olanak ve sınırlarını sorgular .
·
5.
·
6. Bilgi kuramının temel kavramları : Bilgi Kuramının Temel Kavramları:
Bilgi kuramının temel kavramları“suje”,”obje”, ve “bilgi” kavramlarının
yanında; “doğruluk(hakikat,verite)”, ”gerçeklik(realite)”,”temellendirme” dir.
Doğruluk(hakikat,verite): Algılar,kavramlar,bilimsel kuramlarla nesnel gerçek
arasındaki uygunluktur.Yani bir ifadenin nesnesine uygunluğudur.Dünyadaki
şeylerin ve olayların (olup bitenlerin)doğru ya da yanlış olması söz konusu
değildir.Doğruluk, sadece düşüncelerin, yargıların,önermelerin özelliğidir.
·
7.
·
8. >>Gerçeklik (realite): Zamanda ve mekanda var olanların
tümüdür.Gerçeklikle hakikati (doğruluğu) birbiriyle karıştırmamak gerekir.Çünkü
gerçeklik, somut olarak var olanların bütünüdür.Hakikat (doğruluk)ise, var
olana (ister gerçek var olana ister düşünsel var olana) ilişkin bilginin
özelliğidir. Örneğin;Pamuğun yumuşaklığı-Gerçeklik Yer çekimi
kanunu-Hakikat(doğruluk) tur. Matematik ve mantık kuralları da bir hakikattir.
>> Temellendirme: Bir düşüncenin, bir yargının,önermenin doğruluğunu
gösterme,bu doğruluğun dayanaklarını gerekçelerini ortaya koyma demektir.
Doğrulama daha çok deneysel bilimlerin,Temellendirme ise formel bilimler ile
felsefenin başvurduğu bir yoldur. Örneğin:Felsefede önermelerin yargıların
deney ve gözlem yoluyla doğrulanması söz konusu olmadığından gerekçe ve dayanak
göstererek temellendirme yoluna gidilir.Bilgi Kuramı temellendirmek istediği
kavram ya da soruları derinliğine,genişliğine araştırır ve aydınlatmaya
çalışır.Bunu da genellikle çözümleme (analiz) ve betimleme (tasvir etme)
yoluyla yapar.
·
9.
·
10. Bilgi kuramının temel soruları -Bilginin değeri ile ilgili sorular;
Varlığın doğru bilgisi var mıdır? Varsa bu bilgiler gerçek midir? Elde edilen
bilgiler kesin midir? Kesin ve doğru bilgilerin ölçütü nedir? Hakikat var
mıdır? Zihnimiz hakikate erişebilir mi?
·
11.
·
12. Bilgi Teorisinin Başlıca Problemleri Bilginin imkânı problemi
Bilginin doğruluğu problemi (Ölçüt,Kriter) Bilginin kaynağı problemi
(Duyu,Akıl,Deney) Bilginin sınırları problemi
·
13.
·
14. Bilgi Kuramının Temel problemi Bilginin kaynağı ile ilgili sorular:
İnsanın elde ettiği bilgilerin kaynağı nedir? Bilgilerimiz doğuştan mıdır?
Bilgi kuramının problemleri arasında, genel-geçer doğru bilgi var mıdır?
sorusunun önemli bir yeri vardır. Bu soru birbirinden farklı
cevaplarverilmiştir. Bunlar: Akla dayanan bilgi doğru bilgidir
(Rasyonalizm,İnneizm,Apriorizm) Deneye,tecrübeye dayanan bilgi doğrudur.(Empirizm)
Fayda ve başarı sağlayan bilgi doğrudur (Pragmatizm) Olgulara dayanan bilgi
doğrudur. (Pozitivizm) Duyulara dayanan bilgi doğrudur. (Sensüalizm) Sezgiye
dayanan bilgi doğrudur. (Entüisyonizm) İnsanın iç tecrübesinden elde ettiği
bilgi doğrudur.(Mistisizm) Vahye ve İmana dayanan bilgi doğrudur. (Fideizm) Saf
fenomenlere dayanan bilgi doğrudur. (Fenomenoloji)
·
15.
·
16. MANTIK Mantık;insan aklının kendi hakkındaki bilgisidir.Dar anlamda
doğru düşünme kurallarını öğreten bilgidir. Bilgi Kuramı–Mantık ilişkisi;
-Bilgi Kuramı bilginin objesi ile uygunluğunu temellendirirken mantığın kural
ve ilkelerine dayanır. -Mantık,düşüncenin akıl yürütme yoluyla
ilgilenir,yargılar arası ilişkilerin doğruluğu önemlidir, Bilgi kuramı için
ise, içeriklerin doğruluğu önemlidir.
·
17.
·
18. BİLGİ KURAMININ TEMEL PROBLEMLERİ : Bilgi Kuramının temel problemi
Doğru bilginin imkanı (mümkün olup olmadığı) problemidir. İlkçağ filozofları
bilginin kaynağını sorgulamadan önce,bilginin değeri yani kesin doğru bilginin
olup olmadığı üzerinde durmuşlardır.Bu soruya iki şekilde cevap verilmiştir
·
19.
·
20. 1-Doğru Bilginin İmkansızlığı : >İlkçağ felsefesinin ilk dönemi
bir doğa felsefesi niteliği gösterir.O >dönemin filozofları sadece duyularla
evrenin açıklamasını yapmaya >çalışmışlardır.Yani naif (yöntemsiz,sistemsiz)
bir empirizm >(deneycilik) ile evren hakkında kesin bilgilere
varılabileceğini >sanmışlardır. >Evrenin oluşumu ve varlıkların kökeni
ile ilgili sorulara cevap verilirken çelişkili görüşlerin ortaya çıkması,her
filozofun kendi görüşlerinin doğru,diğerinin yanlış olduğunu iddia etmeleri,bu
tür görüşleri şüphe(kuşku) ile karşılayan sofist denilen yeni bir grup
>düşünürün ortaya çıkmasına neden olmuştur. Sofistler genel-geçer doğru bir
bilginin varlığından ilk kez şüphe edenlerdir
·
21.
·
22. SOFİSTLER Sofistler, M.Ö. 5. yüzyılda ortaya çıkmış, şehirlerde
dolaşarak insanlara eğitim veren, "insan felsefesi" olarak
adlandırılan felsefenin kurucuları olan filozofları ifade etmek için kullanılır.
Relativist ve kuşkucu düşüncenin köklerini atmışlar ve geliştiricisi
olmuşlardır. Ancak felsefe tarihinde sofist denildiğinde akla gelen negatif bir
anlam sözkonusudur ve bu anlam Sokrates'in, Platon'un ve Aristoteles'in
sofistlere karşı yürüttükleri mücadeleden ileri gelmektedir.Sofistler sürekli
bu düşünürler tarafından yerilmiş ve kücük görülmüştür.Bununla birlikte felsefe
tarihi içinde çok önemli soruların sorulmasında ya da yeni yaklaşımlar
geliştirilmesinde sofistler her dönem önemli etkilere yol açmışlardır. Önemli
sofist düşünürler her zaman etkili olmakla birlikte, birçok sofist düşünür de
kendi etkinliklerini oyuna ve safsataya dönüştürme eğilimi göstermişlerdir.
Sistemli filozoflar, bu akıma karşı bu eğilimden hareketle onları hor gören yaklaşımlar
sergilerler.Bir de para karşılığında ders vermeleri o dönemlerde yadırgatıcı
olmuştur.
·
23.
·
24. Yunan sofistleri olarak bildiğiniz insanlar, hem yetenek hem de
görüşler açısından birbirlerinden büyük ölçüde ayrılıyorlardı; bir eğilimi ya da
hareketi temsil etmektedirler, bir okulu değil.) böylece ilgilendiği konuyla
-insan uygarlık ve töreleri- eski Yunan felsefesinden ayrılıyordu: büyük
-evrenden çok küçük- evreni ele alıyordu. Böylece görüş ve inanç ayrımları
üzerine toplamış oldukları olgular yığınından herhangi bir pekin bilgiye
ulaşmanın olanaksız olduğu vargısını çıkarabiliyorlardı. Ya da değişik uluslara
ve yaşam yollarına ilişkin bilgilerinden uygarlığın kökenine ya da dilin
başlangıcına ilişkin bir kuram oluşturabiliyorlardı. Ya da yine kılgısal
vargılar çıkarabiliyorlardı, örneğin toplum şu ya da bu yolda örgütlenmiş
olsaydı en etkili bir biçimde örgütlenmiş olurdu gibi. Sofizmin yöntemi,
böylece, görgücü-tümevarımcı bir yöntemdi
·
25.
·
26. 1.Protagoras: Protagoras: ‘İnsan tüm şeylerin ölçüsüdür, onların
olduklarının,ve olmayanların olmadıklarının.’ Bu ünlü deyiş üzerine getirilecek
yorum konusunda dikkate değer bir tartışma olmuş ve kimi yazarlar ‘insan’ ile
Protagoras’ın bireysel insanı değil ama türsel anlamda insanı:demek istemiş
olduğu görüşünü illeri sürmüşlerdir. Eğer böyle olmuş olsaydı, o zaman demiş
‘sana gerçek olarak görünen senin için gerçektir, ve bana gerçek olarak görünen
benim için gerçektir’ anlamına gelmeyecek, ama daha çok topluluğun ya da
kümenin ya da bütün insan türünün geçeğin ölçütü ya da ölçünü olduğunu
anlatacaktır. Tartışma şeylerin yalnızca duygusal-algı nesneleri olarak
mı,yoksa değerler alanıda kapsayacak yolda mı anlaşılmaları gerektiği sorusuna
da dönmüştür. Ama Protagoras’ın kendisiyle tutarlı kılınması gerektiği kabul
edilse bile,hiç kuşkusuz duygusal-algı nesneleri açısından doğru olanın tam bu
olgu nedeniyle törel değerleri için de doğru olduğunu düşünmek gereksizdir.
Belirtilebilir ki Protagras tüm şeylerin ölcüsü olduğunu belirtmektedir,öyle ki
eğer duygusal-algı nesneleri açısından bireyselci yorum kabul edilecek
olursa,bunun ayrıca törel değerlere ve yargılara da genişletilmesi gerekir,ve,
evrik olarak,eğer törel değerler ve yargılar açısından kabul edilmeyecek
olursa,duygusal-algı nesneleri açısından da kabul edilmemesi gerekir:
·
27.
·
28. Yasa genel olarak tüm insanlara aşılanmış belli törel eğilimler
üzerine kuruludur,ama Yasanın tikel Devletlerde bulunduğu biçimiyle bireysel
değişiklikleri görelidirler-bir Devletin yasası başka bir Devletinkinden ‘daha
doğru’ olmaksızın,belki de daha yararlı yada daha elverişli olması anlamında
‘daha sağlam’ olmak üzere . Bu durumda birey değil ama Devlet yada kent
topluluğu yasanın belirleyicisi olacak,ama somut Nomos belirlenimlerinin göreli
ıraları sürdürülecektir. Geleneğin ve toplumsal uylaşımın bir savunucusu olarak
Protagoras eğitimin Devletin törel geleneklerinin özümlenmesinin önemini
vurgulamakta ve bu arada bilge insanın Devleti ‘daha iyi’ yasalara
götürebileceğini kabul etmektedir. Bireysel yurttaş söz konusunun olduğu
sürece,onun geleneğe,topluluğun kabul edilmiş ölçünlerine sarılması gerekir-ve,
herhangi bir ‘yol’ bir başkasından daha doğru olmadığı için, sıkı sıkıya
sarılması gerekir. Hiçbir kurallar tümünü bir başkasından ‘daha doğru’ değildir,
öyleyse kendi özel yargınızı Devletin yasasına karşı koymayınız.
·
29.
·
30. Prodikus Prodikus Ege’deki Keos adasından geliyordu. Bu adada
yaşayanların kötümser eğilimli oldukları söyleniyor ve Prodikus’a
yurttaşlarının eğilimi yükleniyordu,çünkü düzmece-Platonik diyalog Aksiokhüs’de
ona yaşamın kötülüklerinden kaçmak için ölümün istenebilir olduğu düşüncesi
yüklenmektedir. Ölüm korkusu usdışıdır, çünkü ölüm ne yaşayanları nede ölüleri
ilgilendirir-birinci henüz yaşamakta oldukları için ikincileri yaşamamakta
oldukları için. Bu alıntının doğruluğunu tanıtlamak kolay değildir. Prodikus’un
ilgiyi başlıca yanı belki de dinin kökeni üzerine kuramıdır. Ona göre
başlangıçta insanlar tanrılar olarak güneşe, aya, ırmaklara, göllere, meyvelere
vb. başka bir deyişle, onlara yararlı olan ve besin veren şeylere tapıyorlardı.
Ve bir örnek olarak Mısır’daki Nil kültünü vermektedir. Bu ilkel bir başkası
tarafından izleniyordu, ve bu ikinci evrede değişik sanatların
tarım,bağcılık,metal işçiliği vb. yaratıcılarına Demeter, Dionisius, Hephaestus
vb. gibi tanrılar olarak tapınılıyordu. Prodikus bu din görüşü üzerine duanın
gereksiz olduğunu düşünüyordu, ve öyle görünmektedir ki başı Atina’daki
yetkinlikler ile derde girmiştir. Prodikus ta Protagoras gibi dil bilimsel
çalışmalarıyla dikkati çekiyordu ve anlamdaşlar üzerine bir inceleme yazmıştı. Anlatım
biçimleri yoğun bir bilgiçlikle yüklüymüş gibi görünmektedir.
·
31.
·
32. 3. Hippias: ‘ Yasa insanların tiranı olarak,onları doğaya aykırı pek
çok şey yapmaya zorlar.’Söylenmek istenen şey öyle görünmektedir ki
kent-devletinin yasasını genellikle dar ve tiransal olduğu,doğal yasalarla uyum
içinde olmadığıdır.
·
33.
·
34. Gorgias: Gorgias’a göre,(i)Hiç bir yoktur,çünkü eğer herhangi bir
şey olmuş olsaydı,o zaman bengi olacak yada varlığa gelmiş olacaktı. Ama
varlığa gelmiş olmaz,çünkü ne Varlıktan nede Yokluktan herhangi bir şey gelmez.
Nede bengi olabilir, çünkü eğer bengi olmuş olsaydı,o zaman sonsuz olması
gerekecekti. Ama sonsuz şu nedenle olanaksızdır Bir başkası olmaz, ama nede
kendinde olabilir,öyleyse hiçbir yerde olmayacaktır. Ama hiç bir yerde olmayan
ise hiçbir şeydir.
·
35.
·
36. Eğer herhangi olmuş olsaydı,o zaman bilinmeyecekti. Çünkü eğer
olanın bilgisi varsa, o zaman düşünülen olmalıdır,ve olmayan düşünülemez. Bu
durumda hiç bir şey yanlış olmayacaktır,ki saçmadır. Giderek olanın bilgisi
olsaydı bile,bu bilgi bildirilmeyecekti. Her im imlenen şeyden ayrıdır; örneğin
renklerin bilgisini sözcükle bildirebiliriz,çünkü kulak sesleri iştir,renkleri
değil? Ve aynı varlık tasarımı iki kişide birden nasıl olabilecektir,çünkü
birbirlerinden ayrıdırlar?
·
37.
·
38. Sofizm: Vargı olarak yine belirtebiliriz ki büyük Sofistlere din ve
ahlakı yıkma niyetini yüklemek için hiç bir neden yoktur; Protagoras ve Gorgias
gibi insanların böyle bir amaçları yoktu. Gerçekten de, büyük Sofistler bir
‘doğa yasası’ düşüncesinin yandaşlarıydılar,ve sıradan yunan yurttaşının dünya
görünüşünü genişletme eğilimini taşıyorlardı;Yunanistan’da eğitici bir güç
oluşturuyorlardı. Aynı zamanda yine doğrudur ki ‘belli bir anlamda Protagoras’a
göre her görüş doğrudur; Gorgias’a göre her görüş yanlıştır.’ Gerçeğin saltık
ve nesnel ırasını yadsımaya yönelik bu eğilim kolaylıkla Sofistlerin hangileri
bir kimseyi inandırmaya çalışmak yerine bir şeyi ona kabul ettirmeye
çalışacakları sonucuna götürmektedir.
·
39.
·
40. Gerçekten de, daha düzeysiz insanların elide Sofizm çok geçmeden hoş
olmayan bir yan anlam kazanıyordu-‘Safsata’ anlamını. Atinalı Antifon’un
kozmopolitancılığına ve geniş dünya görüşüne ancak saygı duyulabilirken, bir
yandan bir Trasimakhüs’ün güç haktır kuramı ve öte yandan bir Dionisodorus’un
kılı kırk yaran gevezelikleri ancak kınanabileceklerdir. Büyük Sofistler
söylemiş olduğumuz gibi, Yunanistanda eğitsil bir güç oluşturuyorlardı: ama
Yunan eğitiminde besledikleri başlıca etmenlerden biri, diluzluğu idi. Ve
diluzluğunun açık tehlikeleri vardı. Çünkü konuşmacı kolaylıkla bir konunun
kendisinden çok ustaca sunuluşuna önem vererek dikkatini bu yönde
yoğunlaştırabilirdi. Dahası, geleneksel kurumların, inançların ve yaşam
yollarının saltık temellerinin sorgulayarak, Sofizm göreci bir tutumu
besliyordu. Ve gene de Sofizmde gizli yatan kötülük daha çok sorunları ortaya
çıkarmış olması değil, ama bu sorunlara herhangi bir doyurucu anlıksal çözüm
sağlayamamış olması olgusunda yatıyordu. Sokrates ve Platon bu göreceliliğe
karşı tepki gösteriyorlar, gerçek bilginin ve törel yargıların güvenilir
temelini kurmaya çalışıyorlardı
·
41.
·
42. Septisizm ; her tür bilgi savını kuşkuyla karşılayan, bunların
temellerini, etkilerini ve kesinliklerini irdeleyen, ayrıca aklın kesin bir
bilgi elde edemeyeceğini, hakikate erişilse dahi sürekli ve tam bir şüphe
içinde kalınacağını, mutlak `a ulaşmanın mümkün olmadığını savunan felsefi
görüştür. Septisizm felsefe tarihi açısından çok önemli bir yere sahiptir; zira
felsefe tarihi boyunca yerleşik kanılar ve inançları sarsmış, felsefe, bilim ve
özellikle din konusunda birçok anlayışın değişmesine ortam hazırlamıştır
Thales’ten beri ortaya atılan felsefi açıklamalarının çokluğu ve çeşitliliği
doğal olarak eleştiriyi ve şüpheyi gerektirmiştir. Antik çağ Yunan
bilgiciliğinin kurucusu Protagoras tarihte ilk şüphelenen, şüpheci (septisist)
düşünürdür. Protagoras “ Her şeyin ölçüsü insandır. Her şey bana nasıl
görünürse benim için öyledir. Üşüyen için rüzgar soğuk, üşümeyen için soğuk
değildir. Her şey için birbirine tümüyle karşıt iki söz söylenebilir ” diyerek
tümel (külli) bir hakikatin var olmadığını, her insanın kendine ait kanaat ve
düşünceleri olabileceğini belirtmiştir. Buna göre Protagoras’ın şüpheciliği
göreli şüphecilik olarak tanımlanır. Bilgi sorununu sistematik olarak inceleyen
ilk şüpheci filozof ise Pyrrhon'dur. Pyrrhon ile birlikte şüphecilik görüşü
okullaşmıştır. SEPTİKLER
·
43.
·
44. PİRRON (PYRRHON) Elealı Pirrhon (M.Ö 365-275) kuşkuculuğun
kurucusudur. Sokrates gibi oda hiç yazmamıştır. Düşüncelerini öğrencileri
aracılığı ile tanıyoruz. Hekim Sextus Empiricus, Pirrhoncu betimlemelerde kuşkucu
öğretileri özetlemiştir.(M.Ö 3. Yy) Pirrhon’a göre evrendeki her şey aynıdır.
Değişik bir şey yoktur. Evren ne düşünce ile kavranabilir ne de üstüne bir
yargıya varılabilir. Hiçbir tutanağımız yoktur, hiçbir tarafa yönelemeyiz.
Gerçeği doğrudan doğruya bilemediğimize göre, gerçek üstüne yargılardan
sakınmalıyız. Kuşkuculuğun ahlaksal sonuçları da vardır: madem dünya da değişik
bir şey yoktur, duygu ve isteklerimizi de yok etmeliyiz. Ölümdeki duygusuzluğa
isteksizliğe ulaşmalıyız. Kurgusal düşünceyi ve sonuçlar çıkarma eylemini de
ortadan kaldırmalıyız. Bundan dolayı Pirrhon hiç yazmamıştır.
·
45.
·
46. TİMON Pirrhon’un ardılı Timon, bununla birlikte grek
mantığının görüş noktasından, karşılık vermenin çok güç olduğu ve zekayla
ilgili kimi kanıtlar ileri sürdü. Gerkler yönünden tek kabul edilmiş mantık,
tümdengelimseldi. Bütün tümdengelimse Eukleides gibi, apaçık sayılan genel
ilkelerden başlamak zorunda idi. Timon bu tür ilkeler bulma olanağını kabul
etmeli. Böylece her şey başka bir şeyin yardımıyla belgelenebilecek. Ve bütün
kanıt ya dönel (circular), ya da bir hiçten sarkan bitimsiz bir zincir
olacaktır. Her iki durumda da hiçbir şey saptanamaz. Görebildiğimiz denli, bu
kanıt, orta-çağlara egemen olan Aristoteles felsefesini kökünden koparmıştır.
Günümüzde bütünüyle kuşkucu olmayan kişilerce savunulan kimi kuşkuculuk
biçimlerini, eski çağın kuşkucuları görememişlerdi. Onlar, görüntülerden
kuşkulanmamışlar ya da kendi kanılarınca, yalnızca görüntülerle ilgili dolaysız
bilgimizi dile getiren önermeleri kuşkulu bulmamışlardır. Timon’nun
yapıtlarından çoğu yok olmuştur. Elimizde bulunan iki parça bu noktayı
açıklayacaktır. Bunlardan biri “görüntünün tümüyle geçerli” olduğunu söyler,
öbüründeyse şunlar okunmaktadır: “bal tatlıdır” demem, “bal tatlı görünür”.
“balın tatlı olduğunu ileri sürmeyi hatırlıyorum. Onun tatlı göründüğünü
bütünüyle evetlerim” derim.
·
47.
·
48. ŞÜPHECİLİK TÜRLERİ: Tavır olarak şüphecilik: Felsefenin önemli
niteliklerinden biri eleştirici olmasıdır. Felsefe tarihi içerisinde hemen
hemen bütün filozoflar birbirlerinin görüşlerine eleştirel bir bakış açısıyla
yaklaşmışlardır. Bir yöntem olarak şüphecilik: Şüpheciliğin bir yöntem, belli
bir doğrulara ulaşmak üzere bir araç olarak kullanılmasıdır. Yöntemsel
kuşkuculuğun bilinen en iyi örneği Descartes’tir. Aşırı şüphecilik: Sofistlerde
ve bunlara benzer filozoflarda görülen hiçbir doğruluğun olmadığını savunan
görüşlerin ifadesi olan şüpheciliktir.
·
49.
·
50. 2- Doğru bilginin İmkanı >Doğru Bilginin mümkün olduğunu ileri
>sürenlerdir. Burada bilginin değeri ve >kaynağı konusu
birleştirilmiştir. Bunlara >Dogmatikler de denilebilir. Dogmatizm: Bir takım
ilkelerle insan bilgisinin mutlak hakikate ulaşabileceğini iddia eden anlayışa
denir. Septisizmin tam zıddıdır.
·
51. Anne Bizim Halimiz Ne Olacak
·
52. a. Rasyonalizm : Rasyonalizm, bilginin akıl ve onun bir işlevi olan
düşünme gücü ile oluştuğunu benimseyen, doğru bilginin ölçütünü de duyular da
değil akıl da bulan bir öğretidir. Rasyonalizme göre insan aklı birtakım
ilkeler ya da yetilerle donatılmıştır. Evreni oluşturan tüm nesneler hakkında
kesin bilgi edinmemiz için sadece bu ilkelere uygun bir biçimde mantığımızı
kullanmamız yeterlidir. * Sokrates (M.Ö. 469 – 399 ) : Ahlaki doğruların ve
erdemlerin bilgisinin insanın ahlaklı olabilmesinin zorunlu koşulu olarak
gördüğü bilgidir. Sokrates’e göre bu bilgi doğuştandır yani insan dünyaya bu
bilgiyle gelir. Fakat insan bu dünyaya geldiğinde bunları unutmuştur. Bu yüzden
bu bilgilerin hatırlanması ve bilinç düzeyine çıkarılması gerekir. Bunun
Sokrates maiotik (doğurtma) yöntemi kullanır. * Platon (M.Ö. 427 – 347) :
Platon’un bilgi felsefesi varlık görüşüne dayanır. Platon’a göre varlık
görünüşler dünyası ve idealar dünyası olmak iki evren vardır. Gerçek bilgi,
ideaların bilgisidir. İdealar değişmez, gözle görülemez, duyularla algılanamaz
olan varlıklardır. İdealar ancak akıl yoluyla bilinebilir. Bunu da filozoflar
yapabilir.
·
53.
·
54. * Aristoteles (M.Ö. 384 – 322) : Aristoteles’e göre var olan bir
şeyle ilgili olarak gerçek bir bilgiye sahip olabilmek için onun varlığa
gelişini sağlayan dört nedenin bilinmesi gerekir. Bunlar; maddi neden, formel
neden, fail neden, amaçsal nedendir. Aristoteles’e göre, bilimin asıl amacı ve
genel anlamı, tekili bilmektir. Bunun için yapılması gereken tekil ve tümel
arasında bağ kurmak, tekili tümelden çıkarmaktır. Aristoteles’e göre, akılda
bilgi üretme yetisi vardır. Varlığı varlığa getiren genel nitelikler o varlığın
kendisindedir, içindedir. Masa masadır. * Farabi (870 – 950) : Akılda bir sezgi
gücü bulunduğunu, insan zihninde doğuştan getirilen düşünceler olduğunu kabul
eder. Farabi bilginin üç kaynağı olduğunu söyler. Bunlar duyu, akıl ve
nazardır. İşte Farabi’nin nazar dediği doğuştan fikirlerdir. Farabi’ye göre
ayrıca insan zihninde sezgi adı verilen bir güç vardır. Sezgi, apaçık ve kesin
bilgiye ulaşma aracıdır.
·
55.
·
56. Descartes (1596 – 1650) : Bilginin kaynağında yalnızca aklın
olduğunu ve insan zihninde doğuştan düşünceler bulunduğunu savunur.Descartes’a
göre insan zihninin iki temel gücü vardır. Bunlar sezgi ve tümdengelimdir.
Sezgi, zihinde hiçbir kuşkuya yer bırakmayan ve en yüksek derecede açık olan
bir kavrayış faaliyetidir. İnsan sezgi yoluyla bazı şeyleri açık seçik olarak
bilir.Tümdengelim ise sezgi yoluyla açık seçik olarak bilinen doğrulardan ve
tam bir kesinlikle bilinen olgulardan sonuç çıkarmadır. * Hegel (1770 – 1831) :
Hegel’e göre insan; varlık hakkında duyuları hiç kullanmaksızın yalnızca akıl
yoluyla gerçek ve kesin bir bilgiye ulaşabilir. Çünkü aklın yasalarıyla
varlığın yasaları bir aynıdır. Bunu da “Akla uygun olan gerçek, gerçek olan da
akla uygundur.” şeklinde açıklamıştır. Hegel aklın ve varlığın yasaları
konusunda geleneksel mantık ilkelerini reddederek diyalektik yasalar adını
verdiği yasalar ortaya koymuştur. Bu yasalara göre varlığın kendini
tez-antitez-sentez şeklinde açtığını savunur. (Varlık-yokluk-oluş). Bu aşamanın
sonunda Mutlak Ruh vardır. Mutlak ruh gelişim aşamasını tamamlamış ve varlık
dünyasını kavramıştır.
·
57.
·
58. b. Ampirizm : Ampirizm, bilgimizin kaynağında yalnızca deneyin
bulunduğunu söyleyen görüştür. Ampirizme göre insan zihni doğuştan boş bir
levha gibidir. Bu boş levha sonradan deney yoluyla dolar. * Locke (1632 – 1704)
: Ampirizmin kurucudur. Locke’a göre tüm düşüncelerimizin ve bilgilerimizin
kaynağında deney vardır. Locke iki türlü deney olduğunu söyler. Birincisi dış
deney, diğeri iç deneydir. Dış deneyde dış dünyadaki varlıklar, duyularla
denenir. İç deneyde ise insanın kendi zihninde ve ruhunda olup bitenlerin
bilincine varılır. Locke’a göre, insan zihninde kompleks düşüncelerin ve
dolayısıyla bilginin meydana gelmesi için şu yetilere ihtiyaç vardır: Algı,
bellek, ayırt etme, karşılaştırma, birleştirme ve soyutlama yetileri. Locke üç
türlü bilgi kabul eder. – Sezgisel bilgi, kendi varlığının bilgisine sahip
olmasını sağlar - Duyusal bilgi, dış dünyadaki nesnelerin bilgisine sahip
olmayı sağlar. - Tanıtlayıcı bilgi, Tanrının varolduğunu kanıtlamayı sağlar. *
David Hume (1711 – 1776) : Hume, insanın her şeyi algı yoluyla bildiğini
söyler. Ona göre algılar iki şekilde ortaya çıkar. Bunlar; - İzlenimler, -
İdeler (kavramlar ve düşünceler) Zihinde bulunan her şeyin, tüm izlenim, kavram
ve düşüncelerin temelinde, dış dünyanın duyular yoluyla algılanması vardır. Bu
algılarda belli özellikler bulunduğu zaman bunlar birbirleriyle birleştirilir.
Buna bağlı olarak Hume, nedensellik ilkesinin deneyin sonucu olan bir düşünce
olması gerektiğini söyler. Yani nedensellik bir zorunluluk değil, bizim bir
alışkanlığımızdır.
·
59.
·
60. c. Kritisizm : İnsan zihninin güçlerine ve insanın neyi bilip
bilemeyeceğine ilişkin bir araştırmadan meydana gelen felsefi yaklaşımdır.
Kurucusu Kant’tır. * Immanuel Kant (1724 – 1804) : Felsefede rasyonalizm ve
ampirizm akımlarının bir sentezini yapmıştır. Kant’a göre, bilgi deneyle başlar
fakat deneyle sona ermez. Kant, insan zihninde apriori (önsel) bir bilgi
olduğunu savunur. Bir kısım bilgi de aposteriori olarak sonradan elde edilir.
İnsan, bilgi sürecinde, pasif olmayıp aktif bir biçimde duyular yoluyla gelen
izlenimleri sınıflar, kalıplara yerleştirir ve yorumlar. Kant’a göre insan
bilgisi sınırlıdır. İnsan zihni, nesneleri ve olayları gerçekte oldukları
şekliyle bilemez. Nesneler, zihnin imkanlarına, yapısına ve formlarına göre
bilinebilir. İnsan zihni fenomenleri (görüngü) bilebilir.
·
61.
·
62. d. Entüisyonizm : Bilginin, doğrudan ve aracısız bir bilme tarzına
karşılık gelen sezgi yoluyla elde edilebileceğini savunan görüşe entüisyonizm
(sezgicilik) denir. Sezgiye önem veren filozoflar, rasyonel bilginin uygulama
ve eylem için önem taşıdığını kabul eder. Ancak akla dayanan bilgi, nesnelerle
kurulan doğrudan ve aracısız temasın sonucunda ortaya çıkan sezgisel bilginin
tamlığından ve kesinliğinden yoksundur. * Gazali (1058 – 1111) : Ona göre
insan, bilgi yolunda duyulardan da akıldan da yararlanabilir ancak bu yetiler
insana gerçek varlığın bilgisini veremez.Zira, gerçek ve kesin bilgi, sezgi
yoluyla elde edilir. Bu bilgi türü, insan gönlüne yüce ve manevi bir algı
olarak iner. Gazali, iki göz ya da akıl bulunduğunu savunur. Bunlardan
birincisi, normal fiziki göz ya da akıldır. İnsan bununla maddi dünyaya yönelir
ve birtakım bilgilere ulaşılır. İnsanda bir de kalp gözü vardır. Kalbin kendisi
manevi bir töz olduğu için insan onunla yani sezgiyle gerçekleri bütün
açıklığıyla kavrar.
·
63.
·
64. Bergson (1859 – 1941) : Ona göre gerçekten varolan, durağan madde
değil süredir. Başka deyişle gerçeklik hayattır ve bunu yalnızca sezgi
kavrayabilir. Bergson’a göre bilmenin birbirlerinden tümüyle farklı olan iki
yolu vardır: a) Bilimlerde geçerli olan analitik yol : Akıl yada zeka yoluyla
bilmeye karşılık gelen bu bilme tarzında gerçekliğin maddeden oluştuğu
düşünülür. Bilimler varlık alanını parçalara ayırır. Her bilimin araştırdığı
alan farklıdır. Bilimler varlığın özüne nüfuz edemez. b) Varlığın özüne nüfuz
eden sezgi : Bergson’a göre sezgi, gerçekliğin temelinde yaratıcı yaşam
atılımının bulunduğunu yaşayarak anlar. Sezgi, gerçekliği yani süreyi, yaşamı
içten içe duyup yaşayarak kavrar.
·
65.
·
66. e. Pozitivizm : İnsan için bilgide önemli olanın yalnızca olguları
araştırmak olduğunu savunan akıma pozitivizm denir. Kurucusu A. Comte’tur. * A.
Comte (1798 – 1857) : Comte, toplumu bilim yoluyla yeni baştan düzenlemeyi
amaçlamıştır. Ona göre düşüncelerdeki anarşinin toplumda karmaşaya yol açtığı
bir çağda, toplumun kurtuluşunu sağlayacak tek çözüm pozitivizmdir.Comte, insan
için olumlu ve yapıcı olanın, yalnızca olguları gözlemleyerek tasvir etmek
olduğunu öne sürer.
·
67.
·
68. f. Analitik Felsefe : Neo pozitivizm yada mantıkçı pozitivizm olarak
da bilinen bu anlayışa göre felsefenin asıl uğraş alanı dildir. Bu yaklaşıma
göre; felsefe, varlık, değer ve Tanrı üstüne doğruluğu test edilemeyen
öğretiler öne sürmemelidir. Felsefenin görevi dildeki kavramları çözümlemektir.
* Wittgenstein (1889 – 1951) : Wittgenstein, dili çevremizde olup biten bir
şey, karmaşık insan faaliyetlerinin oluşturduğu bir bütün olarak görmüştür.
Bütün felsefe problemlerini bir dil problemine indirgeyen Wittgenstein,
felsefenin özünde bir kuram değil faaliyet olduğunu söyler. g. Pragmatizm
(Faydacılık) : Doğruyu ve gerçekliği eylemlerin sonuçları değerlendiren ve
onlara fayda açısından yaklaşan felsefi akımdır. Bu akıma göre bir düşüncenin
değeri, o düşüncenin pratik amaçlarına bağlıdır. Savunucuları James ve
Dewey’dir * William James (1842 – 1910) : Bütün kavramlar, bilgiler insan
yaşamına, insan amacına yardımcı oldukları zaman doğrudur. James’e göre “bir
düşünce yararlıdır, çünkü doğrudur; bir düşünce doğrudur çünkü yararlıdır.”
Doğru bilginin ölçütü yararlı olmasıdır. * John Dewey (1859 – 1952) : Dewey’e
göre kişiye yararlı olan ve ona mutluluk veren düşünceler doğrudur. Ona göre
düşünce çevreye uymayı, doğadan yararlanmayı ve mutlu olmayı sağlayan bir alettir.
Bilimsel yasalar ve kuramlar başarılı olursa, yani uygulamada bir işe yararsa
iyi ve doğrudur, aksi olursa yanlıştır
·
69.
· 70. h. Fenomenoloji
: Kurucusu Edmund Husserl’dir. Fenomenoloji özün bilinebileceğini ileri süren
bir görüştür. Bu görüşe göre öz fenomenin içinde vardır ve bilinç onu
yakalayabilir. Öz bilgisine varabilmek için önce bütün verilmiş bilgileri
parantez içine alıp ortadan kaldırmak, yok saymak gerekir. Yani insan günlük
yaşamdan edindiği bilgileri, önyargıları, din, bilim vb yolla elde ettiği tüm
görüşleri bir tarafa bırakarak, onlardan arınarak, duyularla algılanan
nesnelerin ötesinde bulunan ideal özlükler alanına ulaşabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder